12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri içerisinde ülke yönetimine el koydu. TBMM ve siyasi partiler kapatıldı. Siyasi parti liderleri tutuklanarak Zincirbozan’a gönderildi. Ülke yönetimine el koyan komuta kademesi kurduğu Milli Güvenlik Konseyi ile TBMM’nin yerine geçerek kanunlar yaptı ve ülkeyi bir hükümet gibi 1983 yılına kadar yönetti. Tankların paletleri altında kalan Türkiye demokrasisi çok uzun yıllar boyunca kurulan 12 Eylül rejiminin etkilerinden kurtulamadı. 

12 Eylül'e giden süreçte Türkiye’de neler yaşandı? 

Siyasi isikrarsızlık 

Türkiye 1970’li yılların ortalarından itibaren ağır siyasi, ekonomik ve sosyal bir dönem yaşadı.1977 seçimlerinin ardından çok partili zayıf koalisyon hükümetleri ve azınlık hükümetleri ile siyasi bir istikrarsızlık dönemine giren Türkiye’de iki büyük parti arasında Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi arasında diyalog tamamen kesilmişti. İki büyük parti arasındaki bu gerilim muhalefette bulunan CHP’nin AP milletvekillerinden 11’ini bakanlık rüşveti ile partiden ayırması ve ardından bu kişilere Bakanlık vererek iktidara gelmesi ile daha da arttı.  Ocak 1978’de iktidara gelen CHP döneminde de siyasi ve ekonomik istikrarsızlık devam etti. Yine bununla beraber sosyal bunalımlar had safhaya çıktı. 

1979 yılında Ecevit hükümetinin düşürülmesi ve ardından Süleyman Demirel’in azınlık hükümeti kurarak başbakanlık koltuğuna oturması ülkede günden güne artan gerginliği azaltmadı aksine daha da artırdı. 1980 yılının nisan ayından itibaren bir de cumhurbaşkanlığı krizi ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün görev süresinin dolmasının ardından Cumhurbaşkanlığı makamı boşaldı. Ancak mecliste bulunan partiler herhangi bir isim üzerinde uzlaşamadı. Darbenin yaşandığı Eylül ayına kadar 300’den fazla turun yapıldığı TBMM’de herhangi bir isim cumhurbaşkanlığı için yeterli oyu alamadı. Kısacası Türkiye nisan ayından itibaren vekaleten yönetilen bir Cumhurbaşkanlığı makamına sahipti.

Toplumsal çatışma 

Siyasi istikrarsızlığın bu denli yoğun yaşandığı 1977-1980 yılları arasında Türkiye sokaklarında sağ- sol çatışması gitgide artıyordu. Siyasi partilerin gençlik örgütlenmelerinin, sendikaların, illegal örgütlerin faal rol oynadığı çatışmalarda her gün sağ ve sol görüşlü onlarca insan hayatını kaybediyordu. Toplumsal bir çatışmanın yaşanmaya başladığı bu dönemde iktidarda bulunan partiler çatışmaların önüne geçemediler. Toplumun bölündüğü karşılıklı nefret duygularının kabardığı bu dört yıllık süre zarfında üniversiteler, lokaller, kahvehaneler, meydanlar sağ- sol çatışmaların merkeziydi. 

12 Eylül’e giden süreçte toplumu bölen, birbiriyle çatışır hale getiren birkaç örnek 

1980 öncesi dönem ideolojik anlayışların ön planda olduğu işçi hareketlerinin sokaklara döküldüğü yıllardı. Buna karşılık sol ideolojinin karşısında bulunan muhafazakar partiler işçi hareketlerinin Türkiye’deki  rejimi zayıflatmaya çalıştığını ve sosyalizmin inşası için Sovyet destekli bir hareket olduğu savındaydı.  Bu iki anlayışın temsilcilerinin sokaklarda, üniversitelerde kanlı mücadelesi ile Türkiye birçok  katliama, siyasi suikasta tanıklık etti. Can güvenliğinin kalmadığı bu yıllarda vatandaşlar sokağa çıkamaz hale geldi. Bu gelişmelerle Türkiye’de siyasal ve toplumsal gerilim gitgide arttı bu durum 12 Eylül’e kadar sürdü. 

12 Eylül’e giden süreci başlatan olay 1 Mayıs 1977 yılında Taksim’de yaşanan katliam oldu.

ktidarda Süleyman Demirel Hükümetinin bulunduğu bu tarihlerde 1 Mayıs işçi bayramında Taksim meydanında toplanmaya başlayan kalabalığın üzerine ateş açıldı. 34 kişinin hayatını kaybettiği yüzlerce kişinin yaralandığı bu katliamın sorumluları bulunamadı. 

8 Ekim 1978 tarihinde Ankara’nın Bahçelievler semtinde Ülkücü grup tarafından Türkiye İşçi Partisi üyesi bir grubun kaldığı bir eve baskın düzenlendi 7 kişi katledildi. Yine aynı yıl içerisinde MHP İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlıoğlu yasadışı sol bir örgütün militanlarınca evinde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. 

1978 yılında Sivas ve Maraş’ta çıkan olaylar da askeri darbeye giden süreçte önemli rol oynadı. Sivas’ta ve Maraş’ta Alevi ve Sünni vatandaşlar arasında çıkan/çıkartılan çatışmada yüzden fazla kişi hayatını kaybetti.1979 yılında da çatışmalar cinayetler devam etti. 1 Şubat 1979 tarihinde Milliyet gazetesi yazarı Abdi İpekçi otomobilinde uğradığı suikastla hayatını kaybetti.  27 Mayıs 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak uğradığı suikast ile öldürüldü. 

Belli başlı bu gelişmelerin dışında Türkiye’nin hemen hemen her şehrinde karşılıklı çatışmaların, baskınların, suikastların yaşandığı bu tarihlerde iktidarda bulunmuş olan Ecevit ve Demirel Hükümetleri olayları durdurmak, güvenliği sağlamak için sıkıyönetim ilan etiler. Güvenliği sağlamak için şehirlerin yönetimini askerlere bıraktılar.

İlk sıkıyönetim Maraş olaylarının ardından 13 ilde (Adana, Ankara, Elazığ, Bingöl, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, Kahramanmaraş, Kars, Malatya, Sivas, Urfa ve Hatay illerinde) ilan edildi. Aralıklarla 12 Eylül 1980 tarihine kadar süren sıkıyönetim döneminde ülkede akan kardeş kanı azalmak yerine gitgide arttı. Sıkıyönetimin ilanından 1979 Kasımına kadar ülkede 995 kişi hayatını kaybetti. Kasım 1979’dan 12 Eylül 1980 (Süleyman Demirel hükümeti döneminde) tarihine kadar toplam 3729 kişi hayatını kaybetti. 

Darbenin gerçekleşmesinden önce yaşanan son büyük toplumsal olay  23 Temmuz 1980’de İsrail’in Kudüs’ü ebedi başkent ilan etmesine tepki olarak 6 Eylül’de Konya’da yapılan Kudüs mitingiydi. Yüz binden fazla kişinin katıldığı miting sırasında bir kısım göstericiler İstiklal Marşını yuhaladı, laiklik karşıtı sloganlar attı. Bu gelişme darbe hazırlığını tamamlamış olan komuta kademesi için  “bardağı taşıran son damla” olmuştu.  

Binlerce insanın hayatına mal olan bu kanlı süreç 12 Eylül 1980 tarihinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve komuta kademesinin ülke yönetimine el koyması ile son buldu.  11 Eylül günü akan kan 13 Eylül günü durdu. Çatışmalar sona erdi. Bu durum darbe öncesi dönemde sıkıyönetim yetkisiyle güvenliği sağlamakla görevlendirilmiş olan ordunun görevini niçin yapmadığı sorusunu da gündeme getirdi. Bu soruyu ilk soran da askeri darbe ile iktidardan indirilen dönemin başbakanı Süleyman Demirel oldu. Yıllar sonra bu soruyu doğrudan Kenan Evren’e soran Süleyman Demirel, bu sorunun ardından Evren'e, “Kanın üzerinde oturuyorsun.” diyecek ve yaşanan çatışma ortamından, ‘darbenin şartlarının olgunlaşmasından’ dönemin komuta kademesini sorumlu tutacaktı.