Eco, Tempo dergisinde Türkçe yayınlanan yazılarında da suskunluk, delilik ve kitsch gibi birçok konuyu incelemişti. İşte Umberto Eco’nun Ağustos 2015’te Tempo’da yayınlanan, dünyadaki “öfke hareketlerine” dair bir yazısı:



KATI OLAN HER ŞEY AKIYOR

Sosyolog-filozof Zygmunt Bauman ve Carlo Bordoni'ye göre devletler hızla krize giriyor, onlar krize girdikçe referans noktasını kaybeden bireyler çözümü ne pahasına olursa olsun, görünmekte ve tüketimde buluyor. Sonuçta da ortaya akışkan bir toplum ve onun tezahürü öfke hareketleri çıkıyor. Bu hareketler ne istediklerini değil ne istemediklerini biliyor. Akışkanlığın üstesinden gelmenin ise tek bir yolu var: Farkında olmak.

Modernlik ya da ‘akışkan’ toplum fikri, bilindiği üzere, Zygmunt Bauman’a ait. Söz konusu kavramın farklı içermelerini anlamak isteyenler için, Bauman ve Carlo Bordoni’nin, bu ve diğer sorunları tartıştıkları ‘State of Crisis’ adlı kitap yararlı olabilir.



Akışkan toplum, 'Post-modern' (ki bu mimariden felsefe ve edebiyata dek farklı disiplinlerin, her zaman tutarlı olmayan şekilde aynı çatı altında toplandıkları ‘şemsiye’ terimdir) diye adlandırılan akımla ortaya çıkmaya başladı. Post modernizm, dünyaya belli bir düzen modelini uygulayabileceklerini düşünen ‘büyük anlatıların’ krizini belirledi, geçmişin ironik ya da oyuncu yorumlarıyla ilgilendi ve farklı şekillerde nihilist dışavurumlarla kesişti.

Ama Bordoni için postmodernizm de düşüş aşamasında. Ona göre bu geçici özellikteydi, farkında olmadan içinden geçtik ve bir gün pre-romantizm olarak incelenecek. Postmodernizm yapım aşamasındaki bir olguyu işaret etmeye yaradı, moderniteden henüz adı konmamış bugüne geçişi sağlayan bir tür gemiydi.

Bauman için doğmakta olan bugünün özellikleri arasında, devlet krizi (Süper devlet güçlerinin kuvvetleri karşısında ulusal devletlere hangi karar özgürlüğü kalıyor?) sayılabilir. Çağımızın değişik sorunlarını homojen biçimde çözebilme olanağını garantileyen bir varlık yok oluyor ve onun krize girmesiyle ideolojilerin, siyasal partilerin ve bireyin, kendisine ihtiyaçlarını yorumlayan bir şeye ait olduğunu hissettiren değerler topluluğuna başvurabilmesi için gereken mekanizmaların krizi beliriyor.

Topluluk kavramının kriziyle, kimsenin artık yoldaş olmadığı, korunması gereken birer hasım olduğu, durdurulamaz bir bireycilik su yüzüne çıkıyor. Bu öznelcilik, modernitenin temellerini sarsıyor, onu kırılganlaştırıyor ve ortaya, bir referans noktası olmadığından her şeyin akışkanlaştığı bir durum çıkıyor.

Adalete güven yitiriliyor (yasama kurulu düşman gibi görülüyor) ve referans noktasından yoksun birey için tek çözüm ne pahasına olursa olsun görünmek, değer olarak görünmek ve tüketim oluyor. Ancak bu, tatmin edecek arzunesnelerine sahip olmayı hedefleyen değil, onları hemen arkaik kılan bir tüketim ve birey bir çeşit amaçsız bulimia hastası misali bir tüketimden diğerine geçer (yeni cep telefonu eskiye nazaran bize çok az haz verir ama eskisi, arzu orjisine katılmak üzere parçalanır).

GELGEÇLİK SÜRECİNDE TOPLUM

Birileri siyasi partileri artık oyları kontrol eden, sundukları fırsatlara göre onları seçen bir demagog ile bir değnekçibaşının ve bu, zübükleri bile anlaşılabilir kılıyor- bindiği taksiye benzetiyor. Sadece bireyler değil toplumun kendisi sürekli bir gelgeçlik sürecinde yaşıyor.

Bu akışkanlığın yerine ne konabilir? Henüz bilmiyoruz ve bu yöneticisiz dönem yeterince uzun sürecek. Bauman (yukarıdan, devletten ya da devrimden gelecek kurtuluşa inancın yok olmasıyla birlikte) öfke hareketinin yöneticisiz dönem özelliğine sahip olduğunu söylüyor.

Bu hareketler ne istediklerini değil ne istemediklerini biliyorlar. Ve kamu düzenini sağlayanların Kara Blok ile ilgili sorunları artık onları, anarşistler, faşistler, Kızıl Tugaylar gibi etiketleştirememeleri. Kimse onların ne zaman ve hangi yönde hareket edeceklerini bilemiyor. Kendileri bile.

Akışkanlığın üstesinden gelmenin yolu var mı? Var, anlaşılmak ve belki atlatılmak için yeni araçlara gereksinim duyan akışkan bir toplumda yaşadığımızın farkında olmak. Ama sorun şu ki, siyaset ve büyük ölçüde aydınlar henüz bu olgunun kapasitesini anlayamadı. Bauman şimdilik ‘çölde bağıran bir insanın sesi’ olarak kalıyor.

UMBERTO ECO'NUN KİTAPLARI

Gülün Adı (Can Yayınları, 1986) Alımlama Göstergebilimi (Düzlem Yayınları, 1991) Foucault Sarkacı (Can Yayınları, 1992) Günlük Yaşam'dan Sanata (Adam Yayıncılık, 1993) Önceki Günün Adası (Can Yayınları, 1995) Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti (Can Yayınları, 1995) Avrupa Kültüründe Kusursuz Dil Arayışı (Afa Yayınları, 1995) Ortaçağı Düşlemek (Can Yayınları, 1996) Yorum ve Aşırı Yorum (Can Yayınları, 1996) Somon Balığıyla Yolculuk (Can Yayınları, 1997) Yanlış Okumalar (Can Yayınları, 1997) Beş Ahlak Yazısı (Can Yayınları, 1998) Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik (Can Yayınları, 1998) Açık Yapıt (Can Yayınları, 2001) Zamanların Sonu Üstüne Söyleşiler (Yapı Kredi Yayınları, 2001) Baudolino (Doğan Kitap, 2003) İnanç ya da İnançsızlık (1001 Kitap, 2005) Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi (Doğan Kitap, 2005) Cecü'nün Yer Cüceleri (Yapı Kredi Yayınları, 2006) Güzelliğin Tarihi (Doğan Kitap, 2006) Çirkinliğin Tarihi (Doğan Kitap, 2009) Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın (Umberto Eco ve Jean-Claude Carriere'in Sohbetleri) (Can Yayınları, 2010) Prag Mezarlığı (Doğan Kitap, 2011) Sıfır Sayı (Doğan Kitap, 2015)

UMBERTO ECO KİMDİR

Döneminin önemli düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Eco’nun uluslararası boyutta pek çok ödülü ve İtalya, Almanya, Fransa’dan devlet nişanları ve şövalye unvanları vardı.

İtalya’nın Alessandria kentinde 5 Ocak 1932’de dünyaya gelen Umberto Eco, 1954 yılında ortaçağ felsefesi ve edebiyatı üzerine yazdığı tezle Torino Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra 1961 yılında akademik kariyerine başlayarak, sırasıyla Torino, Floransa ve Bologna üniversitelerinde bilimsel çalışmalarını sürdürdü.

Göstergebilim alanında yaptığı araştırmalarla da bilinen Eco, 1950'li yıllarda İtalyan radyo televizyon kanalı RAI'nin kültür programlarında görevler aldı.Eco, dünyanın ilk 100 entelektüeli listelerinde, 2005 yılında 2., 2008 yılında 14. sırada yer almıştı.