Gazetecilerin kovulmalarına kızan Nihal Bengisu Karaca'da 'Paralel'den girdi, İranlı Zarrab'tan çıktı. Karaca, "Fırsatçılar türedi. Her haksızlığa bir “paralel” yaftası bulunabiliyor artık, her açgözlülüğe bir kılıf uydurulabiliyor, her nifak girişimine görünmezlik pelerini..."

İşine son verilen gazetecilerin, maaşlarının konuşulması ile ilgili olarak da Karaca, İranlı Zarrab'ı hatırlattı. Karaca'nın, "Reza Zarrab gibi “muamma” dolu kişilikler Meclis komisyonuyla dalga geçip usulen bile olsa ifade vermez iken..." ifadesi dikkat çekti.

İşte, Karaca'nın yazısının ilgili bölümü:

Tabular yıkıldı, kutsallar, maslahatlar ezildi. Fırsatçılar türedi. Her haksızlığa bir “paralel” yaftası bulunabiliyor artık, her açgözlülüğe bir kılıf uydurulabiliyor, her nifak girişimine görünmezlik pelerini...

Dünün en sağlam kaidesi “uhuvvet” bir kere yara alınca, geride onur kırıcı bir hiyerarşi kalıyor. Sessiz devrimin taşıyıcı kolonlarını oluşturan, her tür vesayet girişiminde ve kriz döneminde halkın iradesinin yanında durmuş olan üç isim, Mustafa Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert ve Mehmet Ocaktan, aynı anda görevden alınarak timsahların önüne atıldılar. Kendilerine istifa etme şansı tanınmadı, internet sitelerine “Kovuldular” şeklinde düşmelerine neden olacak bir üslup ve tarzla, adeta silkelendiler.

Sosyal medyaya bu isimlerin mali durumlarının sorgulanmasına, kim ne kadar yemiş ithamlarına, alaya almalara varan çamurlar yağdı, hiçbiri öngörülemez değildi.

O halde sormak lazım. Bu bir gövde gösterisi miydi? Eğer öyleyse kimin gösterisi, ne adına ve kime? Olanlar siyasi iradenin de haberdar olduğu bir sürece mi dayanıyor, sadece patronun tasarrufu mu? Her durumda dava arkadaşlığının sorumluluğu nasıl oluyor da “Diyet borcumuz yok” havasına tahvil oluveriyor?

Yeni bir medya dizaynı mı geliyor? Medya dizaynı bir tür yeni muhafazakâr sporu/eğlencesi mi?

Reza Zarrab gibi “muamma” dolu kişilikler Meclis komisyonuyla dalga geçip usulen bile olsa ifade vermez iken neden bu üç isim maaşlarıyla beraber olanca paralı pullu ithamların göbeğine, “yiyin birbirinizi” çetesinin önüne itildi?

Kimse kimseyle çalışmak zorunda değil, ama bu üslup ve yol adil mi? Her bakımdan nadan görünen bu gibi tutumlar aynı memleket telakkisi üzerinde uzlaşanları aynı belalarla mücadele edenleri ayrıştırmaz, azaltmaz mı? Kitleler üzerinde nasıl bir tesir bırakacağı üzerine düşünüp taşınan yok mu? Bütün bunlar yaşanırken olaylara el çırpıp zil takarak mukabele eden kendi “mahalle”mizin bir hayli savrulmuş sosyolojisi bize ne söylüyor?

Doğrusu bu soruların hiçbirinin bende cevabı yok.

Sadece cevap aramıyorum, üzüntüme bir çare bulamıyorum.

Çünkü durup durup “medeniyet tasavvuru” diyoruz ama çok sevdiğimiz hoyratlığımız sayesinde ne etik üretebiliyoruz ne de estetik. “Kardeşlik” ten geriye kalanlar da günbegün azalıyor.