Gazeteci Tuluhan Tekelioğlu'nun yönetmenliğini yaptığı "Persona Non Grata" adlı belgesel gündemdeki yerini koruyor. Belgeselde, görüş, haber ve yazıları nedeniyle işsiz bırakılan gazetecilerin hikâyeleri, kendi anlatımlarıyla dile getiriliyordu. Gazeteci Hasan Cemal'in Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı yaptığı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün desteğiyle hazırlanan belgeselin müziğini Erhan Güleryüz yaptı.

Dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say'ın da eserlerini kullanma izni verdiği belgeselin ilk gösterimi, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü etkinlikleri kapsamında sponsorluk desteği veren İsveç İstanbul Başkonsolosluğu'nda gerçekleştirildi. Projede Can Dündar, Fatih Yağmur, Uluç Özcü, Sibel Oral, Ahmet Şık, Murat Aksoy, Hasan Cemal, Derya Sazak, Fatih Altaylı, Bekir Coşkun, Ayşenur Arslan, Gürkan Hacır, Sevim Özay, Rıdvan Akar, Aydın Doğan, Doğan Ertuğrul, Yekta Kılıç, Tuğçe Tatari, Mustafa Kuleli yaşadıklarını anlattı.

AHMET ŞIK VE TUĞÇE TATARİ İTİRAZ ETTİ
Belgeselde konuşmalarına yer verilen Ahmet Şık ve Tuğçe Tatari dün, birbiri ardına yaptıkları açıklamalar ile belgeselde yer alan Derya Sazak, Fatih Altaylı gibi yönetici konumundaki gazeteciler ve Aydın Doğan gibi patronların kendileriyle aynı şekilde değerlendirlemeyeceğini söyleyerek tepki göstermişti. Fatih Altaylı da bugün hakkındaki eleştirilere Gazeteciler.com'a yolladığı bir açıklama ile "Gazeteci bir arkadaşımı kırmamak için konuştum. Yaşadıklarımı anlattım." dedi ve ekledi: "Hapse atılmamış olduğum için bu meslektaşlarımdan özür dilerim."

İŞTE ALTAYLI'NIN O YANITI:
Sevgili Tuluhan Tekelioğlu'nun yapımcısı olduğu Persona Non Grata isimli belgeslden sonra yükselen itirazları gördükten sonra, bu konuda bir kaç şey söyleme gereği hisettim. Öncelilkle belirtmek isterim ki, bahse konu belgeselde yer almak gibi bir arzum ya da bazılarının oynamaya bayıldığı mağduriyet başrolüne ortak olmak gibi bir arzum hiç olmadı.

İşsiz kaldığı bir dönemde yeteneğine güvenerek birlikte program yapma önerisi götürdüğüm ve bu vesileyle iyi bir televizyon yüzü kazanmamıza aracı olduğum Sevgili arkadaşım Tuluhan Tekelioğlu böyle bir belgeselde konuşmamı istediğinde, kendisine bunun doğru olmayacağını kendisine söyledim. o ise bu dönemde çok şeye tanık olduğumu ve bunları paylaşmamın çok önemli olduğunu belirterek ısrar etti. Gazeteci bir arkadaşımı kırmamak için konuştum. Yaşadıklarımı anlattım.

Tüm medya yöneticilerinin ''Yalan'' söylediği ya da doğruya benzer şeyleri ancak kovulduktan sonra söylemeye cesaret edebildiği şeyleri bir gazetenin başındayken açık açık söyleyen tek yayın yönetmeniyim. Gazetenin başında olduğum dönemde baskılara karşı verdiğim mücadelenin en yakın tanığı çalışma arkadaşlarımdır. Ancak ben o gazetenin ne sahibiydim ne de tek karar vericisi. Çalışma arkadaşlarım ''Bizi bırakma'' dediği için görevimi sürdürdüm ve elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Ayrılmamdan sonra olanlar malumunuzdur herhalde.

Persona non grata belgeslinde yer almamla ilgili itiraz eden bir iki kişiye sayenizde kulak verdim. Kendilerince haklı nedenleri olabilir. Onların yerinde olsaydım beğenmedikleri kişilerle aynı belgeselde yer almayo baştan reddederdim. Daha gerçekçi bir tavır olurdu. Şunu da belirtmek isterim ki, başında bulunduğu gazeteye el konulmuş, kurucusu olduğu gazetenin yayın yönetmeniliğini bırakmak noktasına gelmiş, köşesini aylardır kapatmış bir gazetece olarak asla mağdur edebiyatı yapmadım. Yapmam da.

Benim geldiğim kültür 20. yüzyıl başında Balkanlarda milyonlarcası katledilmiş olmasına, Anadolu'da yüzbinlercesi milliyetçilik ateşiyle başkaldıran etnik grupların saldırılarıyla öldürülmüş olmasına rağmen ''Soykırıma uğradık'' demeyen ve yaşadıklarını konjontürel bir durum olarak gören bir ulusun kültürdür. Mağduriyet maskesi arkasına saklanarak bundan çıkar veya avantaj elde etmeye çalışanların bunu anlaması mümkün değildir. ''Beni hapse attılar'' vurgusu ile kimlerin mağduriyet çıkarcılığı yaptığına dikkat ederseniz, ne demek istediğimi anlarsınız. Bunun siyesette de. bizim mesleğimizde de kullanılıyor olması kullananlar adına utanç vericidir.

İtirazcılardan birinin dönemin Başbakanı ile yaptığım programda soru sormadığımı iddai etmesi ve bunu benim sözlerimi çarpıtarak gündeme getrimesi de bu kişinin sadece mağdur edebiyatı konusunda değil başka alanlarda da en az siyasetçiler kadar çirkin bir tutum içinde olduğunu göstermektedir. Ben o programda soru sormadığımı değil.

Bazılarının beklediği gibi Başbakan'la kavga etmeye çıkmadığımı söyledim. Ben o programda soru sormamış olsa idim, dönemim Başbakanının Beşiktaş iskelesinde vapurdan inen kızlı erkekli gruplardan rahatsız olduğunu, içki içen herkesin alkolik olduğunu düşündüğünü, AKP'ye oy verenlerin ise bu durumdan müstesna olduğunu, öğrenmemiş olacaktınız.

Dönemin Başbakanının iki alkolikten kastının Atatürk ve İnönü olup olmadığını, Atatürk Havalimanı ve Atatürk Kültür Merkezini yıkma isteğinin dönemin Başnakanı'nın bu isme olan antipatisinden kaynaklanıp kaynaklanmadığını da o programda benden başka kendisine soran olmadığını hatırlatmak isterim. Kısacası 30 küsur yıllık meslek hayatım hatasyla sevabıyla gözler önündedir. Hapse atılmamış olduğum için bu meslektaşlarımdan özür dilerim. Bunu kabahati bende değil, savcılarda ve hakimlerde olsa gerek. Çünkü Cemaat konusunda onca aleyhte yazım arşivlerde duruken beni es geçmiş olmaları gerçekten ayıp olmuş.