Cağrı Küçükyıldız 2012 yılında ilk kısa hikâye kitabımı yayınladı. Sonrasında geçen yıl ikinci kitabı olan "Uzakta Bir Liman" yayımlandı. Bizde kendisi ile yeni projelerini konuştuk.

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

1981 yılında Kastamonu’da dünyaya geldim. İlk ve orta öğrenimimi burada tamamladıktan sonra Bursa Fen Lisesinde yatılı okul hayatını tecrübe ettim. Bu sırada daha çok gözlem yapmaya, okumaya ve yazmaya fırsatım oldu. Üniversite eğitimimi İTÜ Denizcilik Fakültesinde tamamladıktan sonra çok uluslu personelin çalıştığı ticaret gemilerinde görev alarak dünyanın çeşitli ülkelerini ve kültürlerini tanıdım. Denizcilik mesleğini, denizcilerin hayatlarını yazılarıma yansıtmaya çalıştım.

Son olarak 2016 yılından bu yana Londra’da Birleşmiş Milletler çatısı altında bulunan Uluslararası Denizcilik Örgütünde (IMO) denizcilik uzmanı olarak görev yapmaktayım. Üniversite yıllarından itibaren ney üflemeyi öğrendim ve profesyonel korolarda görev aldım. Bu vesileyle tasavvuf kültürü ile tanıştım. Evliyim ve bir oğlum var.

İlk hikâyemi sekiz yaşındayken sigara içen ilkokul öğretmenimi bu kötü alışkanlığından vazgeçirmek için yazmıştım. Önce eserlerim Bursa’daki mahallî gazetelerde yayımlandı. Sonra edebiyatın sanal dünyada yaygınlaşmasının ardından yazılarım internet sitelerinde yer almaya başladı.

2012 yılında ilk kısa hikâye kitabımı yayımladım. Sonrasında geçen yıl ikinci kitabım olan "Uzakta Bir Liman" yayımlandı.

Yazmak senin için ne ifade ediyor?

Yazmak kendimi ifade imkanı veriyor. Yaşadıklarımı ve hissettiklerimi benimseyen, "Evet, ben de böyle düşünüyorum, hissetmiştim..." diyen insanlarla yakınlaşmış oluyorum. Hem yaşadıklarım, hem çevremdekiler tarafından anlatılan hikayeler yok olmasın istiyorum. Böylece hikayeleri hiç olmazsa sayfalara emanet etmiş oluyor, onların insanlık tarihinden silinmesini bir nebze de olsun geciktirmiş oluyorum.

Deniz hayatını tecrübe edip bunları yazan çok yazarımız yok maalesef. Ülkemizde böyle bir boşluğu doldurma çabasıyla yazdıklarımın denizi seven, yaşayan, ya da sadece merak eden insanlar tarafından takdir edildiğini görmek işte bu amaçlara yaklaştığımı hissettiriyor.

Sizi yazmaya özendiren şeyler nedir?

Sanıyorum yazmaya en çok sevk eden şey ölümsüzlük çabası. Belki hemen hemen her insanda, bilhassa sanatçılarda bu çaba biraz da olsa var. Ağaç gövdelerine kazınan maşukların rumuzları gibi, birileri beni hatırlamasa bile yazdıklarımı hatırlasın istiyorum.

Diğer bir dürtü ise yalnızlığa çare olduğunu düşünmem. Dünya hiçbir zaman tam istediğim gibi olmadı ve olmayacak. Karakterlerim buna teselli olarak istediğim gibi davranıyor, olaylar olması gerektiği şekilde cereyan ediyor, kişiler maskelerinin ardındaki yüzleriyle ortaya çıkıyor. Okuyucular açısından da bütünleşme fırsatı olarak değerlendiriyorum. Her ne okursak okuyalım, bir edebiyat eseri bize benzerlik kurma ve aidiyet hissetme fırsatı veriyor.

Yurtdışında yaşamaya başladıktan sonra yalnızca yakın çevremde ya da ülkemizde değil dünyanın birçok köşesinde daha önce pek fazla kimsenin yaşamadığı ama birçok kişiye ilham olabilecek hikayeler bana da yazmak için zemin olabiliyor. Bu hikaye ben yazmasam belki de kaybolacak; belki ben bile hatırlamayacağım. Bunun bir şekilde ölümsüzleşmesi gerekiyor. Ne zaman güzel bir film izlesem, "Bu hikayeyi, senaryoyu benim yazmış olmam gerekirdi." diye imreniyorum. Daha önce dinlediğiniz bir şarkı, izlediğiniz bir film, bir tiyatro oyunu düşünün. Bu eserin aradan yıllar geçmiş olmasına, bir kez daha hayatınıza girmemesine rağmen hiç aklınızdan çıkmaması bu eserin aradığınız bir soruya cevap olduğuna işarettir. Hayat işaretlerini bu eserin içine gizlemiş olabilir ki artık yanınızdan ayıramadığınız bir parça oluvermiştir. Ben de yazarken birazdan ortaya çıkacak olan hikayenin dünyada hiç olmazsa en az bir kişi tarafından ömür boyu yanında saklayacağı bir renk olarak kalacağına inanarak yazıyorum.

Kimsenin okumayacağını bilseniz bile yazar mıydınız?

Sanırım yazmazdım. İnsanın olmadığı bir yerde paylaşmanın da bir anlamı yok. Geriye dönüp baktığımda yalnızca iki kitabım var. Oldukça yeni, oldukça gelişmeye açık. Üstatların izinden yürüyerek öğrenmem gereken çok şey var ama yine de hayattayken geride bırakılan iki eser... İşte bu yüzden dünya klasikleri arasında yerine almasa dahi birileri sesimi duyacak. Everest'e tırmanıp tepesine bir bayrak dikmek gibi. Birgün mutlaka oralara tırmanan başka birileri o bayrağı görecek. Birileri buralardan gelmiş ve geçmiş diyecek. İşte bu yüzden, insanı anlattığım bir eserin başka bir insan tarafından okunmayacağını bilseydim, yazmazdım diye düşünüyorum.

İlk kitabınızı çıkartmayı ne zaman ve nasıl düşündünüz? Bunu gerçekleştirmek sizin hayaliniz miydi? Biraz ilk kitabınızdan bahseder misiniz?

2010'da, yazdıklarımı okuyanların beni daha çok yazmaya teşvik ettiği bir dönemde, Ankara'da Milli Kütüphane'de Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi tarafından hikaye yazarlığı kursu açıldığını öğrendim. Kurs, emektar hikaye ve romancı Sayın Osman Çeviksoy tarafından veriliyordu. Biraz araştırdıktan sonra bu kursun yazdıklarımı olgunlaştırmam ve belki de birgün kitaba dönüştürebilmem için bir fırsat olduğuna inandım. Nitekim inandığım gibi de oldu. İki yıllık kurs macerası benim ve birçok arkadaşım açısından oldukça verimli geçmişti. Usta gözlerle incelenen eserler zamanla belirli bir olgunluğa ulaştı. Ardından birgün hocam eserlerimin artık kitap olarak okuyucuların karşısına çıkabileceğinden bahsetti. İşte o gün yılların hayali olan kitap çıkarma hedefime az kaldığını düşündüm. Daha sonrasında bir yayınevi ile anlaşma sağlandı ve benimle birlikte kursu tamamlayıp yazıları belirli bir olgunluğa erişen arkadaşlarla birlikte ilk kitabım çıkmış oldu.

‘’Uyku Mevsimi’’ isimli ilk kitabınızdan bahseder misiniz?

"Uyku Mevsimi", 2012 yılında yukarıda bahsettiğim kursun bir ürünü olarak çıktı diyebilirim. İçerisinde eskiden beri biriktirdiğim hikayelerin yanı sıra, bu kursta proje olarak üzerinde çalıştığım eserleri de görmek mümkün. Nasıl ki çoğu insan için ilk aşk unutulmaz ise Uyku Mevsimi de benim için ilk aşk sayılır. Hayallerimin gerçeğe dönüştüğü bir kilometre taşı. Bu kitabın içindeki hikayeler hazırlanırken gemide çalıştığım süre içerisinde bir araya getirdiğim gözlemlerimden de yararlandım. Hatta gemide seyir halindeyken ortaya çıkan hikayeleri de teknik açıdan iyileştirerek okuyucuya sunma imkanım oldu.

Uyku Mevsimi'nde on bir kısa hikaye bulunuyor. Hikayelerde hergün yanımızdan akıp giden sıradan insanların hayatlarından ilginç kesitler yer alıyor. Yazılarımda aynı zamanda hikaye tarzına da uygun olarak kahramanları iki ya da üç kişi ile sınırlandırmaya gayret ettim. Sade ve anlaşılır bir dil kullandım. Müzik ile ilgili geçmişimin olması ve sinema türü ile yakından ilgilenmemin hikayelerime de zenginlik kattığını düşünüyorum. Görsel ve işitsel tasvirler ile çeşitlendirdiğim hikayelerimin özellikle kısa film alanına malzeme teşkil ettiğini gördüm. Çeşitli üniversitelerden öğrenciler hikayelerimin kısa film tarzına uygun olduğunu ve üzerinde çalışılması gerektiği konusunda beni teşvik ettiler. Bu üslup ile gelecekteki yazılarım için isabetli bir yolda olduğumu düşünüyorum.

“Uzakta Bir Liman” isimli kitabınız hakkında bilgi verebilir misiniz?

İçerisinde on iki hikayenin bulunduğu bu kitabımda, ilk kitabımdakine benzer şekilde gemide yaşayan insanların hayatlarına yer verdim. Bunun yanı sıra, uzun yıllar önce aldığım notlardan yola çıkarak yazdığım hikayelerde sıradan mesleklere sahip insanların herkesçe bilinmeyen yanlarını yansıtmaya çalıştım. Kitabın yazımına Ankara’da başlamama rağmen yeni görevim nedeniyle kitabı Londra’da tamamladım. Bu da benim için başka bir fırsattı zira İngiltere’de edindiğim izlenimler yeni hikayelere esin kaynağı oldu. Buna ilave olarak kitabımda Türk sanat müziğine olan ilgimi ve müzikle ilgili geçmişimi hikayelere yansıtarak okuyucuyu farklı bir dünyaya sürüklemeyi amaçladım. Kısacası bu kitap yakın geçmişten bugüne yazı dünyamı yansıtan, yalnızca denizci hikayeleri değil, aynı zamanda hayatın çeşitli kesitlerini de içeren bir eser oldu.

Yazmak sizin için hayat boyu süren bir serüven mi yoksa geçici heves mi?

İkisi de doğru desem... Yazmak mutlaka kalem ve kağıt ile olmayabilir. Sokağa çıktığımda gördüğüm etkilendiğim olaylar ve kişileri ileride kullanmak üzere hemen aklımın bir köşesine not ederim. Başta uzun aralıklarla kitap çıkaran yazarları yadırgardım. Ancak bu işin içine girdikçe anlıyorum ki yazmak bir ömür boyu, ancak sayfalara girmesi için zamana ihtiyaç var. Olaylara ve kişilere yazar gözlüğü ile baktığımda ve yazar kulağıyla dünyayı işittiğimde nereye dönersem döneyim her yer hikaye dolu. Yeter ki o şuurda düşünebileyim.

Şimdi gelelim neden geçici bir heves olabileceğine. Bazen hayat öyle bir yere sürüklüyor ki insanı, günlük meşguliyetlerimizin bizi yalnız bırakacağını, hayal kırıklığına uğratabileceğini düşünene kadar elimize kağıt kalem almayı birinci önceliğimiz yapmıyoruz. Halbuki birgün bir yakınımızın cenaze törenine katıldığımızda, sevdiğimiz bir insanın bencillik ettiğini hissettiğimizde, güvendiğimiz dağlara kar yağdığında hayatın gelip geçici bir heves olduğu hatırlatılıyor, ömrümüzün çok da uzun olmadığı gerçeği yüzümüze çarpılıveriyor. İşte o zaman yazma hevesi en üst seviyeye çıkıyor. Bundan sonra gönlümüze aldığımız notlar kağıtlara hikayeler şeklinde aktarılıyor. Bir süre sonra günlük meşguliyetler bizi içine tekrar çekiyor, kitap yazmaya ara veriyoruz. Bu gel-git bende sürekli halde var oldu.

Türkiye’de ve dünyada en beğendiğiniz yazar / yazarlar kimler?

Türkiye'de beni deniz hikayeleriyle tanıştıran Halikarnas Balıkçısı'dır. Sonrasında ise Cemil Kavukçu. Üslubunu kendime çok yakın bulurum. Kısa hikaye tarzını bana teknik açıdan yakından tanıtan ise tabi ki Hocam Osman Çeviksoy olmuştur. Hikayecilik denilince Faik Sait Abasıyanık asla olmazsa olmazlardandır. Son dönem yazarlarından yine Barış Bıçakçı'nın hikaye kitapları beni oldukça etkilemiştir.

Dünya edebiyatından ise Mark Twain , John Stainbeck , Anton Çehov'u sayabilirim. Bunlar dışında bilhassa Edgar Allan Poe ve Franz Kafka bana ilham vermiş yazarlardır.

Gelecek ile ilgili projelerinizden söz eder misiniz? Başarılı bir kalemin var. Gelecekte bizi başka bir kitap bekliyor mu?

"Uzakta Bir Liman"da birkaç Londra hikayesine yer vermiştim. Halihazırda Londra'daki gözlemlerimden esinlendiğim hikayelerden oluşan başka bir kitap ile okurların karşısına çıkmak üzere çalışıyorum. Burada çok fazla gurbetçi insanla tanıştım. Bana esin kaynağı olabilecek ilginç hayatlar tanıdım ve her geçen gün tanımaya devam ediyorum. Diğer yandan İngiliz toplumunun gözünde Türklerin saygın bir yeri olduğunu keşfettim. Türk toplumu diğer Avrupa ülkelerine nazaran daha çok uyum göstermiş ve İngiliz kültürüne ayak uydurabilmiş. Tabi İngilizlerin gözünden Türkleri dinlemek de benim için zengin bir kaynak oluyor.

Bunun yanı sıra Birleşmiş Milletler'e bağlı bir kuruluşta çalışmak ve bu kurumda yaklaşık altmış beş farklı milletten insan olması, aynı zamanda İngiltere dışında bulunduğum görevlerde gittiğim gördüğüm yerlerden izlenimler, kısmet olursa üçüncü kitabımın rotasını çizerken yararlanacağım kaynaklar olacak.